Temerrüt Faizi İle Karşılanamayan Zararların Tahsili

 

AV. ERDEM SERDAR VURGUN

TASFED Vekili 

erdem@erdemserdarvurgun.av.tr

Para borcunu zamanında ödememenin kanuni sonuçlarından bir tanesi, borçlunun alacaklıya temerrüt faizi ödemesidir. 

Ödenecek faizin başlangıç zamanı değişiklik gösterebilir. Kimi zaman ihtar, kimi zaman temerrüt tarihinden itibaren faiz işleyebileceği gibi dava veya icra takibinden itibaren de faiz işleyebilir. 

Faiz oranı da alacağın türüne, taraflar arasındaki sözleşmeye, kanuni sınırlara göre değişiklik gösterebilir. Örneğin işçinin ücret alacağına kural olarak TL mevduatına fiilen uygulanan en yüksek mevduat faizi uygulanırken kira alacağına kural olarak yasal faiz uygulanır.

Faiz, alacağına kavuşamamış alacaklının, fer’i nitelikteki hakkıdır. Faizin kanuni bir hak olmasının nedeni şudur: Borçlu, alacaklısına ait anaparayı kendi nezdinde bulundurarak bundan yararlanmaktadır. Madem ki borçlu, anaparasını alacaklısına ödememiştir; öyleyse bundan bir fayda elde etmesi düşünülemez. Üstelik alacaklı da anaparasına kavuşamadığı için bundan yararlanamamakta, fayda sağlayamamaktadır.

Teorik olarak anaparanın borçluya sağladığı fayda alacaklıya ait olmalıdır. Bu nedenle anapara için temerrüt faizini borçlu alacaklıya ödemelidir. Peki anaparanın borçluya sağladığı fayda, alacaklının anaparasını kullanamadığı için oluşan zarardan daha az miktarda ise alacaklının zararını karşılamasının bir yolu var mıdır?

Bir örnek verelim: 

A, arkadaşı B’ ye, 27.05.2010 tarihinde ödemesi koşuluyla 100 TL ödünç vermiştir. B borcu vadesinde ödememiş, icra takibi neticesinde 27.05.2011 tarihinde alacak tahsil edilmiştir. Yıllık %9 oranında temerrüt faiziyle birlikte A, 109 TL tahsil etmiştir. A, verdiği ödünç paranın, 9 TL fazlasını tahsil etmiştir. 

Diğer taraftan, tahsil tarihindeki döviz kurunun, vade tarihindeki döviz kuruna göre %70 oranında arttığını; tahsil tarihindeki ÜFE’nin, vade tarihindeki ÜFE’ye göre %60 oranında arttığını; tahsil tarihindeki TÜFE’nin, vade tarihindeki TÜFE’ye göre %20 oranında arttığını varsayalım. 

Böyle bir durumda A’nın anaparasını kullanamaması nedeni ile oluşan zararın, temerrüt faiziyle karşılanamayacağı açıktır. Uygulamada bu tür zarara munzam (=aşkın) zarar denilmektedir. 

Munzam zarar, Yargıtay tarafından, “Borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır” şeklinde tanımlanmaktadır.

A, zararını nasıl tazmin edecektir? 

Türk Borçlar Kanunu’nun 122’nci Maddesi’nin 1’inci Fıkrası “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür” şeklindedir. 

Düzenlemeye göre alacaklı, alacağını, temerrüt faizini aşan bir zarara uğradığını ve zararın temerrüt nedeni ile oluştuğunu ispat etmelidir. Borçlu, temerrüde düşmede hiçbir kusuru bulunmadığını ispat edemezse alacaklının zararından sorumlu olacaktır. 

Borçlunun, alacaklının munzam zararından sorumlu tutulmaması için kusursuz olduğunu ispat etmesi gerekmektedir. Borçlu, alacaklının zararının temerrüt faiziyle karşılanamıyor olmasına dair kusursuzluğunu değil; temerrüde düşmekte kusursuzluğunu ispat etmelidir. 

Alacaklı, alacağa dair davada veya icra takibinde bulunurken munzam zarar talep etmemiş olsa dahi, genel zamanaşımı süresi içerisinde munzam zarar talep edebilir. 

Munzam zarar talep eden alacaklının munzam zarara uğradığını ispat etmesi gerekmektedir. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar görmüş olduğudur.

Örneğin alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü, başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını, alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde gerçekleşen bu fark sebebiyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını kanıtlamak durumundadır. 

Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeni ile paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular munzam zararın varlığını göstermez.

Tüm bunların yanı sıra davacının zararını somutlaştırması yükümlülüğü; ekonomik kriz nedeni ile paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon, yüksek faiz gibi hususların tamamen yok sayılması sonucunu doğurmaz. İspat konusunda katı davranılması, davacıya olağan dışı bir ispat külfeti de yüklememelidir. Aksi hâlde davacının mülkiyet hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Böyle bir durumda gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri, ÜFE oranları, işçilik maliyetleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması hâlinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerekmektedir. 

Bir diğer soru, borçlunun, alacaklının zararının tamamından mı sorumlu tutulması gerekeceğidir. 

Munzam zararın oluşması, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortamdan ziyadesiyle etkilenmektedir. Ülkenin genel konjonktüründen ülkede yaşayan gerçek ve tüzel tüm kişilerin etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu nedenlerle borçlunun hile ve desisesi, alacağı ve yargılamayı sürüncemede bırakması gibi kötü niyetli davranışları gözlemlenmemiş ise alacaklının zararından hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği kanaatindeyiz.